Sosyal Medya

iletişim.|strateji.|itibar.

İletişim için çalışıyoruz.

Bu sınavın telafisi yok

Çin’in Wuhan kentinde Aralık 2019’da baş gösteren ve Mart 2020 itibarıyla tüm dünyaya yayılan Koronavirüs salgını devletler, hükümetler, markalar ve insanlar üzerinde güçlü, ortak bir endişe yarattı. “Tarih tekerrürden ibarettir” diyerek yol aldığımız yüzyıllara meydan okuyan bu salgın, ne 14. yüzyıl Avrupa’sında 25 milyona yakın insanın ölümüne sebep olan ve yarattığı değişimle reforma yol açan vebaya benziyor ne de 2008’de Lehman Brothers, Merrill Lynch ve AIG’nin iflasıyla sonuçlanan finansal krize. Her ikisinin de farklı açılardan etkileri kademeli olarak tüm dünyayı sarsa da finansal ve sosyolojik açıdan eşzamanlı etkisinin tüm dünyada görüldüğü bir kriz, tarih sayfalarına ne yazık ki, bu günlerde yazılıyor.

“Öldürmez ama süründürür” ile “öldürmeyen acı güçlendirir” metaforları arasında git geller yaşadığımız bu süreçte ekonomist, psikolog, girişimci, sağlıkçı ve sosyologlara kadar tüm kesimlerin ortak görüşü, hiçbir şeyin koronavirüsten önceki gibi olmayacağı yönünde.

Değişim başladı mı?

Endişenin yaratacağı hasarı ve değişimi resmetmeye çalışan tüketici davranış araştırmalarında ise sonuçlar hafta bazlı değişkenlik gösteriyor. Bunun nedeni de halen salgının peak noktasına tırmanıyor oluşumuz mu, yoksa gerçekten bir düşünce ve davranış değişikliği yaşıyor olmamız mı? Henüz söylemek için çok erken! Ancak yaşanan değişimin bir kısmının kalıcı olabileceğini, bundan sonraki “normalin” ilk hali olabileceğini de unutmamak gerekiyor. The European Journal of Social Psychology’de yayımlanan bir araştırmada, 12 hafta boyunca alışkanlık oluşturma süreçleri incelenen 96 kişinin yeni bir davranışı otomatik olarak yapmaya başlamaları yani alışkanlığa dönüştürmeleri için geçen ortalama sürenin 76 gün (iki buçuk ay) olduğu belirtilmiş. Buradan hareketle, içinden geçtiğimiz süreçte gelişen davranış modellerinin koronavirüs sonrasında alışkanlığa dönüşmesi ve yeni tüketici profilini oluşturması muhtemel bir beklenti olarak karşımıza çıkıyor. Yeni ekonomi, yeni şirket yapıları ve politikalar ve yeni tüketici profili bu süreç sonrasında bizleri bekleyen bazı yenilerden birkaçı. İşte gerçek anlamıyla “yeni normal” tanımı. 2000’lerin başından bu yana hayatımızda olan “yeni normal” son 20 yılda hiç bu kadar derin bir anlama da sahip olmamıştı!

Değişimden korkmalı mıyız?

İçinden geçtiğimiz sürecin zorluğu kaçınılmaz. Ancak bu bir dönüşüm ise korkmak mı gerekir yoksa her zorlu süreçte olduğu gibi fırsatlar üzerinden yeni düzenin bir parçası olmak mı? Çin’de hayat 4 buçuk ayın sonunda eski günlerine dönmeye başladı. Çin’de 28 yıl sonra ilk kez, ilk çeyrek için küçülme açıklansa da ülkede canlanan otomotiv sektörü yeni normalin ve tüketicinin ciddi bir göstergesi. Çin Binek Otomobil Derneği, genel araç pazarında satışların nisan ayı sonuna kadar geçen yılki seviyesine ulaşacağını öngörüyor. Tercihlerini yüzde 41 oranında elektrikli araçlardan yana kullanacaklarını açıklayan bu grup, ciddi bir pazarı tetikliyor. Diğer yandan bu durum toplu taşımadan kaçışın bir nedeni olabilir mi? Tüm bu değişimlerin dijital tüketimi daha çok arttırmasıyla birlikte son 10 yıldır konuştuğumuz gibi dijital dönüşüme ve tüketicilerin değişen tercihlerine hızlı uyum sağlayanlar bu süreçten daha az hasarla çıkacak. Bu konuda farklı örnekleri süper market pazarında gördük. Yeni aplikasyonlar gündemimize yerleşti. Gitmek için binbir caba harcadığımız toplantılara yerimizden katılabileceğimizi de fark ettik. “Home office” kavramının disiplinle uygulanabilir olduğunu gördük. Mart ayında 2.5 milyon kart ilk defa e-ticarette kullanıldı, yani küçük bir doğu Avrupa ülkesi nüfusu Türkiye’nin e-ticaret kullanıcı ordusuna katıldı. “Kriz”, “kaos” veya “felaket” nasıl tanımlarsak tanımlayalım içinden geçtiğimiz süreç yeni fırsatları içinde barındırıyor. Bahsettiğimiz değişim yeni başlamadı, uzun süredir üzerinde çalıştığımız yeniliklerin hayata adaptasyon süreci hızlandı.

Yeni Kuşak Tanımlanıyor

Sürecin çalışanlara etkisini ortaya koyan bir araştırmada ise Z Kuşağı’nın tavrı çok net olduğu ortaya çıkıyor. “Pandemi sürecinde kurum içi iletişim ve uygulamaların ne olduğu” Z Kuşağı’nın işveren marka tercihlerinde belirleyici bir kriter olacak. Diğer yandan içinden geçtiğimiz bu sürecin 20 yıl sonrasında yeni bir nesli de karşımıza getireceğini unutmamak lazım. “Z’den sonra ne gelir?” sorusunun da cevabı oluşuyor gibi “H Kuşağı”. Her dönemin bir sonraki döneme etkisi ve o dönem şartları ile yoğrulan bir nesil oluştuğu düşünüldüğünde, bu dönem ailelerinin yüksek temizlik standartları, izolasyon endişesi ile yetişen “Hijyen Kuşağı”!

Bu süreçte iletişim uzmanları sınavdan geçiyor

Kurumlar, markalar, politika yapıcılar ciddi bir sınavdan geçiyor, sürdürülebilir olmak için üretiyor. Bu sürecin aynı zamanda bir etkileneni de olan biz iletişimcilere ise büyük görev düşüyor. Uzman sıfatının gerekliliğiyle bilgiyle hareket edip, klişelerden uzak, pozitif iletişimle markaların, post-korona sürecine hazırlanmasını sağlamak. İyinin olduğu kadar kötünün de iletişimini yönetmek zorunda olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Önemli olan toplumsal faydayı ön planda tutarak bu sürecin tüm açılarına dair bilgi harmanını, markaların konumlarına fayda sağlayan çıktılara dönüştürerek planlarına katkı sağlamak olmalı. Markaların her zamankinden fazla ihtiyaç duyduğu iletişim uzmanları da bu vesileyle ciddi bir sınavdan geçiyor ve bu sınavın ne yazık ki telafisi yok!

Yazar: Karolin Ergin